29 Nisan 2009 Çarşamba

HASTALIK+ANNELİK=DUYGUSALLIK

Dün akşam revir kılıklı salonumuzun hasta yatağı olmuş koltuklarından en uzun olanında yatarken, ortancasında yatan oğluşum ve küçüğünde yatan kızıma baktığım sırada bir söz geldi aklıma. Düşündüm, nereden hatırlıyorum diye. Blog taşıma işlemi sırasında silip yok etmeye kıyamadığım birkaç yazı vardı, onlardan birinin giriş cümlesiydi sonradan hatırladım.

Bu sabah geldim ve o yazıyı buldum, bir kez daha okudum, sonra bir daha ve bir kez daha.

Hastayım, anneyim, halsizim, kızım öksürüyor, oğlum halsiz....

Ben ağlamayayım da kim ağlasın ki?

Ağladım işte, sessizce, ıslatmadan yüzümü.

Neye ağladım? Bilmiyorum.

Elimde olmayanlara, olup da sağlıklı olmayanlara, olması gerekenlere, hak ettiklerime, yitirdiklerime...

Hastalık her zaman duygusal yapar beni, çekilmez de yapar, nazlı da yapar...

Katlanmak zor olur böyle zamanlarda kendime bile...

Hak yemekten korkarım, merhamet birtek bu zamanlarda ortaya çıkmıştır, inkar etmem, edemem. Günah...

Sadece o yazıyı paylaşacaktım, nerelere gittim :)

Küçük Melek ben özledim, sadece bil istedim :/





Von Goethe“Hiç kimse kollarında bir çocuk tutan anne kadar muhterem ve saygıdeğer değildir” diyor.

Annelik, insanlığın en ulvi sanatlarından birisidir. Çünkü ele aldığı ham madde insan yavrusudur. Onun bırakacağı eser hiçbir sanatkârın eseriyle ölçülemez. İşte bu nedenden dolayı da anne olmakla, annecik olmak arasındaki farkı ayırt etmek gerekir. Anne; çocuğunun sorumluluğunu üstlenerek, onu geleceğe sağlam bir karakter ve güven duygusuyla taşıyan cennet tebessümüdür. Annecik ise, çocuğunun sorumluluğundan habersiz saldım çayıra Mevla’m kayıra mantığıyla çocuğunu büyüten çocuklu kadındır.

Sanıyorum anne olmak deyince yine birçoğumuz çocuk doğuran kadın olarak anlıyoruz. Evet doğrudur anne, çocuğu olan kadına denir. Ancak burada çocuğunu doğurduktan sonra onu karakol, hastane ve cami gibi sosyal korumada öncülük görevi görecek yerlere bırakacak bir vicdandan yoksunlaşmış bir kadına anne denilemeyeceğini düşünüyorum.

“Cennet annelerin ayakları altındadır” Peygamberimiz bu sözüyle anneliğe, cennetin ayaklarının altına serilecek kadar yüce bir mertebe vermiştir. Ama unutulmaması gereken unsur; çocuklarına cennet olabilen veya cennetin kokusunu onlara duyurabilen annelerdir, ayaklarının altına cennetin serildiği anneler. Cennet; Allah’ın kullarına tebessümü, hoşgörüsü ve affediciliğinin bir tecellisidir. O halde annelik de çocuklara karşı bir cennet tebessümü olabilmelidir. İşte bu noktada yüreğinde tatlı bir meltem rüzgarıyla sevgi coğrafyası oluşturan annelerdir, cennetin ayakları altına serilen anneler.

Ama bununla birlikte yürek iklimini kuraklaştırarak, sabırsızlık dikenleriyle veya ilgisizlik lavlarıyla çocuklarına karşı duyarsızlaşan çocuklu kadınlar anneciktir. İşte bu anne özelliklerinden bazılarını sunarak, cennet olmaya layık anneler yetiştirmeye bir nebzede olsa katkı da bulunmak istiyoruz.
Bazı anneler veya yetişkinler ağlayan çocuğun kucağa alınmasını “alışma” olarak nitelendirerek, kendi kendine susuncaya kadar kucaklarına almamaya özen gösterirler.

Böylece çocuğu daha bebekken eğittiklerini zannederler. Ancak kulaklarına fısıldayan rahatlık zaafına yenik düştüklerini bir türlü kabul etmek istemezler. Çünkü sizler ey anneler ve yetişkinler bir çocuğu en fazla iki yıl kucağınızda taşıyabilirsiniz. Ondan sonra siz isteseniz de o kucağınızda durmayacak kadar dinamikleşmiş olur.

O halde çocuğun ağıtına kulak verelim. O ifadesiz çığlığıyla aslında bizlere bir çok şeyi ifade etmektedir.

YENİ GİYSİMİZ :)

Kendisini tanıdıkça maharetlerini öğrendikçe hayran kaldığım bir blogcu var aramızda.
Sevgili GE-CE.
Kendisinin yönettiği tüm siteleri incelemekten büyük zevk alıyorum.
Hele yaptığı şablonlar tablo gibi. Birgün ben de dayanamayıp bana da yaparmısın diye sordum. Öylesine yoğun, öylesine bilgisayarıyla boğuşur bir durumdaydı ki unuttuğunu düşünmüştüm. Bu sabah bir mail aldım, sizin için şunu tasarladım diye. Ben şurası şöylemi, burasına şunu yapsak mı diye tüm gün yordum onu :/
Ama çoook güzel oldu, benim de içime sindi. Sizce???
SENİ ÇOK YORDUM GE-CE, HAKKINI HELAL ET.
VE TÜM EMEĞİN İÇİN TEŞEKKÜRLER EDİYORUM...

28 Nisan 2009 Salı

YARIŞMA(K)DAYIZ


Hani bir ara blogumuzda misafir ağırlamıştık.


O şirin şeker hatunlar ile aramızda bir yarışma durumu söz konusu şu sıralar :)


Belki siz de bize oy vermek istersiniz...

23 NİSAN, ÇİKOLATA ŞENLİĞİ VE PAŞA

23 Nisan sabahı havanın yağmurlu ve soğuk olmasına en az çocuklar kadar üzüldüm. Üstüne kalderada hafiften başlayan öksürük olunca mecburen evde pijama/terlik oturduk :/

Volkanın iyice sıkıldığını anladığımda "oğluş git istediğin filmi al ben de mısır patlatayım bu günlük böyle olsun, olmaz mı?" dedim.

Volkan döndüğünde elinde MURO vardı. İtiraf ediyorum, gafil avlandım. Önce ben izleyeyim sonra sen diyebilecek zamanım da durumunm da yoktu, söz vermiştim bir kere. Mecbur başladık izlemeye ama ilk 7-8. dakikada bile inanılmaz rahatsız oldum, çeşitli bahanelerle oğluşu bir çok kez yerinden kaldırdım. Bilmiyorum belki çok kötü değildi, bu kişiye, aile yapısına göre değişir ama ben sevmedim. Allahtan tam o sırada bir arkadaşı volkan'ı evlerine davet etmeye geldi. Yaptığımız planı bozmak istemesine ilk defa bu kadar sevindim. Evet filmin tamamını ben izledim, belki biraz ileri alırsam izleyebiliriz dedim ama gerek yokmuş. İzlememesi bir kayıp olmayacakmış. İşim bittiğinde CD'yi derhal iade ettim ve volkana da o filmin kendisine uygun olmadığını, isterse onun yerine 2 ayrı film alabileceğini söyledim ve anlaştık :)

Aynı akşam kuzular uyuduktan sonra da Aşk Tutulması'nı izledim ki gerçekten keyifli, eğlencelik bir filmdi. Fahriye EVCEN gerçekten çok güzel hatunmuş belirteyim.

24 Nisan sabahı Ortaköyde Boğaz manzarı eşliğinde harika bir kahvaltı yaptım. Kuzularsız :/

İş yerimden taze evlenen bir arkadaşıma ev görmesi+kahvaltı'ya gittik. 4 hatun dekorasyonu harika, manzarası mükemmel, içi sıcacık bir evde, bembeyaz bir masanın etrafında çok güzel keyifli bir kahvaltı yaptık. neden bu kadar ayrıntılı anlatıyorum çünkü Kaldera cadısı o güne ait fotoğraflarımın hepsini silmiş :/


Nasıl yaptı bilmiyorum ama arkadaşlarım da ben de çok üzüldük. Cumayı da yarı ortaköyde yarı evde geçirdikten sonra Cumartesi gününü temizlik, alışveriş, spor, düğün vs. gibi oyalanlamalarla atlattık çünkü Kaldera'nın öksürük ve halsizliği henüz geçmemişti. Bu durumda onu götüremezdik. Ama Paşaya da söz vermiştim ve dört gözle bekliyordu. Pazar sabahı kahvaltıdan sonra Küçük Kuzu daha iyi olduğu için onu evde babayla bırakıp 12'lik kız kardeşim ve Volkan'ı da alıp ÜLKER 23 Nisan Çikolata Şenliğine gittik.

Nasıl bir yoğunluk vardı anlatamam. kapı girişinde 10 TL'lik bir paket ve 20 kupondan oluşan bir koçan satın alarak giriş yapabiliyorduk. 2 çocuk için 2 ayrı paket satın almak istedim ama içerisinin çok kalabalık olduğunu, bu 20 kuponu 2 çocuğun anca tüketebileceğini söyledikleri için söylediler.



Karikatür, dinlenme alanı, playstation, tırmanma, basket potası, şut alanı, dans pisti, top havuzu, şişme kaydırak, çikolata atölyesi, ritm grubu, lego alanları, rally, çikolata şelalesi, yüz boyama, balon şekillendirme, vs gibi bir çok alan vardı. İnsan nereden başlayacağını şaşırıyordu ama her bir aktivitenin önündeki kuyruk ise bir o kadar korkutuyordu.




Çikolata Atölyesi randevu sistemi ile çalışıyor ve saat 14:00 den itibaren saat 19:00'un randevuları bile dolmuştu. Maalesef o alandan faydalanamadık.



Yeni yapılanları saymazsak bir çok AVM'lerde bile bulunmayan bebek bakım Odası'nın düşünülmesi ise çok hoştu.

Unutmadan yazayım, kapı girişinde ödediğimiz 10 TL karşılığında faturalarımızı da aldık ve Çikolata satışından elde edilen gelirin bir kısmı ile Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV)’na bağışta bulunacağını biliyorduk.




Önce dans pistinde tepindiler, daha sonra minderlerde dinlendiler, ardından ritm grubuna eşlik ve peşinden tırmanma :)


Bir zamanlar TV'de yayınlanan bir yarışma programı vardı. Bir kabine giriyor başınızdan atılan paraları yada altınları topluyordunuz. İşte burada da ona benzer birşey yapmışlar. Topladığınız puan karşılığı bir ödül alıyordunuz. (Baştan belirteyim alan içindeki her ödül farklı bir çikolata :) )

Ve yemek molası. İçeride çikolata ve şekerden başka bir şey bulamadık sadece bir büfede sandviç satılıyordu ama çocuklara pek de cazip gelmedi. O nedenle dışarı çıkıp simit aldım. Çay, su, jelibon şekerler ücretsiz ve boldu, tabii önündeki kuyruğa tahammül edebildiğiniz sürece.

Çocuklar duymasın ama 4 saatin sonunda o kadar üşüdüm ve yoruldum ki son kalan 1'er biletlerini çok çocukla gelip bilet hesabı yapan bir aileye verdim :)

Valla çok üşüdüm yaaa :P

Son olarak istediğimiz şekillerde hazırlanan balonlarımızı da alıp evimize döndük. Minik kuzum daha iyiydi, balondan şapkasına ise çok sevindi. Ve şu son resimdekiler de kısa günün karı :) Hem de yarısı çocuklar tarafından tüketildiktinden sonraki...


22 Nisan 2009 Çarşamba

23 NİSAN ÜLKER ÇİKOLATA ŞENLİĞİ

Allahtan bir manimiz olmazsa bizim 23 Nisan programımız belli.

ÜLKER'in Bostancı İspark Sahil Otoparkı’nda düzenlediği ÇİKOLATA ŞENLİĞİ.




23 Nisan'ı klasik okul-stat gösterileri ile kutlamaktan sıkılmış çocuklarımız için bu sene ne çok alternatif var.


Önce bu yıl KANYON'da düzenlenecek olan MİNİFEST'e gitmeyi planlamıştım ama dün akşam bütün aktiviteleri internetten gösterdiğim Paşa'm Çikolata Festivalini tercih etti.


Eee gün onların günü yapacak birşey yok :)


Havanın yağmurlu olması azıcık gözümü korkutmuyor değil ama neyapalım çikolatayı seven ..... :)

Daha fazla bilgi isterseniz ÜLKER'in sitesine buyrun.

Diğer alternatifleri de görmek isterseniz bizim başvuru kaynağımızı paylaşalım sizlerle.


Bu arada küçük bir duyuru daha yapayım bari;


Anneler Günü’nde Annenizin Kahvesi Café Crown’dan





Bu duyurunun bilgileri için de buradan buyrun :)




BURUK VE TATLI

Bu da karşı masamın yeni misafiri.



Mutlu olmalımıydım ?

Geç kalınmışlıklar olmasa...


Oğluşun 21/4/2009 tarihli tatlı krizi sonucu :) HAFİF VE PRATİK







KİYAZIM :)

Kaldera, havuçlu anne hıyarlı babaya nasıl sesleniyor? :))



21 Nisan 2009 Salı

DOLU DOLU HAFTASONU

Başlık TRT nin geze geze Anadolu programları falan gibi oldu değil mi? :)

Ama gerçekten de dolu dolu bir hafta sonu geçirdik kuzularla.

Viyanadan gelen dayının çok yakın bir arakadaşının düğünü için kandıraya giden anne-dede tayfası da olmayınca cumartesi sabahı 2 kuzumla ben koca binada başbaşa kaldık. Saat 11:30 olmasına rağmen hiçbirimizin iştahı yoktu. Baktım olmayacak hadi giyinin kahvaltıyı sahilde yapalım dedim. Resmen uçtular :)



Evde yiyeceklerinin neredeyse 2 katını yediler. Kendi karınları doyunca da kuşları beslemeye sıra geldi :)



Kaldera o sırada cadılık peşindeydi ama paşa'm epeyce vakit geçirdi güvercinlerle.





Ve yediklerini eritme zamanı.

Abi kuleye çıkar da cadı durur mu? O da denedi ama beceremeyince binbir şımarıklık, yaygarayla abiyi aşağı indirdi :P


Ve sıra alışverişte;

LC Waikiki'den bu ciciler alındı ama ne zor kararlar, ne kavgalar ile onu ne siz sorun ne ben anlatayım :) Büyüdükçe daha mı zor oluyor bu çocuklar yahu :/

Bu sırada abi de yan kabinde beğendiği eşofman ve kapşonlu tişört'ü deniyor ama fotoğraflamak ne mümkün anneyi kabine bile almıyor :) Sanırım cidden büyüyor :)







LCW'de harika bir uygulama başlamış. Vitrinle mağaza arasını sntalam bir paravanla ayırmış, o aralığa da resim kağıtları, panolar ve bol bol da boya koymuşlar. Aileler rahat rahat alışveriş yaparken çocuklar da istediği kadar boyama yapabiliyor ve isterlerse kendilerine ayrılan panoda (vitrinde) sergileyebiliyorlar. Abinin yaptığı resim küçük kuzuya bir de resim defteri kazandırıyor :)


Bu ayki bilim çocuk dergimizi de aldık ve abi sırada beklerken önce bizim çok bilmiş hanım incelemeye başladı :) Ne sırası mı? Az sonra...







Dergimiz yine dopdoluydu. Gözlem defteri, bol bilgi içerikli oyun kartları, suyun kente yolculuğu posteri ve suyu koruyalım oyunu sadece eklerimiz. Derginin içeriğini varın siz tahmin edin.







Paşamın son fotoğraftaki cicilerini ve 2 sıfır kol tişörtünü de DaGi'den aldık ve saat 17:00 gibi carrefour içinde işimiz bitti. O sırada aklıma ÜLKER'in çocuklara 23 Nisan Hediyesi geldi.

AY PRENSESİ

Gün içinde 4 ayrı seansta gösterilen film için son şansımız 21:15 seansıydı. Filmin biletleri için rezervasyon vs olmadığından gösterimden 3 saat önce dağıtıma çıkan biletlerden edinmekten başka şansımız yoktu. 18:10'a kadar gişenin açılmasını beklemek de paşama düştü. Sırada kah yeni edindiği arkadaşı ile sohbet ederek kah dergisini inceleyerek vakit geçirdi.
Aslında bu filme daha sonra bilet satın alarak da gidebilirdik ama şimdiki çocukların emek sarfetmeden birşeylere çok kolay sahip olduklarını görmek beni üzüyor. Emek harcanmadan elde edilenin de değeri olmuyor. O nedenle ben de her ne kadar yorgun olsam da, sıkılmış olsam da paşamın sırada beklemesine arada sırasını devr alarak yardım ettim ama biletleri eline aldığında gördüğüm mutluluk ve emek sarf ederek elde etmenin sevincini görmek herşeye değdi :)
Bakmayın böyle anlattığıma keyifli bir 1 saat geçirdik, ajitasyon yapmıyorum sadece çocuklarımı beleşçiliğe, hazır yiyiciliğe alıştırmaktan korktuğumu belirtmek istiyorum.
Daha sonra evimize geldik, acil tarafından yemek yedik, üzerimizi istanbulun akşam saatlerinde değişen havasına daha uygun olacak şekilde hafiften kalınlaştırarak tekrar çıktık. Carrefour içinda babayla buluştuk ve sezonun dondurma açılışını hep birlikte yaptıktan sonra Küçük prensesi babaya teslim edip 12lik kız kardeşim, paşa'm ve ben büyük boy mısırlarımızı da alarak sinemaya girdik.
Gürültüsü hemen hemen hiç eksik olmayan çocuk gösteriminden alınabilecek en büyük zevki alarak filmimizi izledik. Bilet gişesinde yazılı ilanda üstüne basa basa ısrar edilmesine karşın 105 dakikalık filme sürekli çişi gelen, sıkılan 7 yaş altı çocukları getirmenin mantığını aramayı bırakıp filmi izlemeye çalıştım ama ara ara düşüncelerimin kaydığını da itiraf edeyim :/
Üstelik bazı sahnelerde (sadece 2 yada 3 kere ama olsun) bizimkiler bile koltuklarından sıçradılar. Şu uyarıları, ikaz yazılarını kulak ardı eden insanlara da anlam veremiyorum aslında ama o yazı geride kaldı değil mi? :)
Film bitişinde çıkış kapısından tek sıra halinde çıkmaya başladık, ne oluyor derken bizim çocukların ellerine birer kutu tutuşturdular.
Çok ince düşünülmüş, keyifli bir hediye aldık. İçinde Topkek, meyveli süt, lolipop şeker, yumuşak şekerleme ve tüp çikolataların olduğu harika birer kutu.
Teşekkürler ÜLKER, hem film hem de hediyeler için :)

Tüm günün yorgunluğundan taksiyle süren 5 dakikalık yol bile bana fazla gelirken bu 3 canavarın gecenin sonundaki halleri görülmeye değerdi :) Cadı uyumamış bizi beklemişti tabii kutuları görünce gözleri 2 kat açıldı :)
Kalderanın ellere dikkat, hophipci olmuş :P Öyle diyor.



Az kalsın unutuyordum, bu da benim yeni cicim. Aslında yeni de sayılmaz 2 hafta önce geldi ama ben size göstermeyi unutmuşum. Artık her hafta sonu benimle, fena kanka olduk kendisiyle :)

KALDERA SHOW

Blog'a video eklemeyi ilk kez deneyeceğim, bakalım başarabilmişmiyim :)

Cumartesi günü carrefour içinde sıra bekleyen abimizi beklerken (!) canımız sıkıldı azıcık da :P



20 Nisan 2009 Pazartesi

MÜRDÜM ERİĞİ RENGİNDE, VUR KADEHİ USTA

Şu güzelliğe bakarmsınız. Yapanı nasıl da yansıtıyor.
Papatya'm maharetli kardeşim çok şık peçete halkaları, gözlük zincirleri, takılar, vs. yapıyor. Onun sitesinde bu peçete halkalarının pembesini görünce resmen vurulmuştum.
Bana da lilasını yaparmısın dedim, cicim malzeme almaya gittiğinde bu renk malzeme bulmuş. Bu kadar güzel bir renk, bu kadar emek en güzel şekilde değerlenmeli tabiiki ben de bu takımı İnşallah 24 nisanda evini görmeye gideceğim bir arkadaşıma hediye götürmeye karar verdim. Kendim için ise hala Lilasını istiyorum :P :))
Biz arkadaşımın evini daha önce görmedik ama fotoğraflarını gören arkadaşımın söylediğine göre salon takımları mürdüm ile yeşil karışımıymış (inşallah yanılmıyordur)
Ne çok sevindim anlatamam :) Şİmdi içine yeşil peçeteler bakacağım :)

Kutusu da en az kendileri kadar güzelmiş papatyam taa bana gönderdiğin fotoğrafta bayılmıştım ama gelene kadar ne hale gelmiş baksana :/ Ki bu düzeltmiş halim :/

**************************
Bu sabah çok güzel bir sebepten (inşallah) dolayı facebook hesabımı dondurmak üzere girdiğimde Sıla'nın ŞEFFAF ODA programında söylediği şarkının videosunu gördüm.
Bir kez daha dinlemek geldi içimden.
Söndürmüşüz feneri salaş bir balıkçıda
Rengimizi sıyırmıs da gitmis gidenimiz
Nur Cemalimizin astarı kalmış birtek
O da kaşık kadar
Vur kadehi ustam bu gece de sarhoşuz
Kalan sağlar bizimdir, acıdan mayhoşuz
İki satırlık adamları musallat ettik ömrümüze
Bundandır böyle dibe vuruşumuz
Damla sakız hayallerimize yakamoz vursa
Bari öyle canlansa da hayat bulsa
Ne iyi olurdu kalbe kan yine Hücum etse
Vur kadehi ustam bu gece de sarhoşuz
Kalan sağlar bizimdir, acıdan mayhoşuz
İki satırlık adamları musallat ettik ömrümüze
Bundandır böyle dibe vuruşumuz

Sanırım Sıla'dan önce Ferhat Göçer söylemiş ama bence Sıla...
Saat 16:29 ve sanırım 1000. kez dinliyorum aynı parçayı.
SİZ DE DİNLEMEK İSTERMİSİNİZ?


ANLAM VEREMEDİKLERİM (MİM)


* İnsanların sanki dünya sadece kendilerine aitmiş gibi davranmalarına,
* Saygı kelimesini ömrü boyunca hiç duymamış gibi davrananlara,
* Trafik kurallarının en basiti olan “yolun sağı sana aittir”i bilmeyen yada bilsede umursamayanlara,
* Çocuğa kıyanlara,
* O kansızlara göz yumanlara,
* Cana kıyanlara,
* Emanetliğinin farkında olmayanlara,
* Sağlığının kıymetini bilmeyenlere,
* Kendini bir sınıfın, bir topluğun, bir partinin malıymış gibi görenlere,
* Dili ile kalbi ayrı olanlara,
* Atatürkçülüğü savunup Atatürk’ü tanımayanlara,
* Dininden utananlara,
* En büyük şerefini, onurunu, varlığını DİNİNİ inkar edenlere,
* "EMPATİ" yapamayanlara,
* En ufacık derdini arşı ala yapanlara,
* Sapasağlam olduğu halde çalışmayıp hazır bekleyenlere,
* Çocukla çocuk olamayanlara,
* İhtiyarlığını çok uzak sananlara,
* Yaşadığı anı karartanlara,
* Güneş ile coşmayanlara,
* Dağ, kır, bayır bulduğunda dilediğince koşmayanlara,



Bir de,


* Pikniğe gidip yanında getirdiği masa sandalyede oturanlara :)



ANLAM VEREMİYORUM.



Sevgili esra, TEŞEKKÜR EDERİM içimi dökmeme vesile oldun :)

Başka kim rahatlamak ister;
çileklisüt, seinep’im, serzeniş meraklısı, bidost ve bizi okuyan tüm arkadaşlarım.





Dileyene benden PAS dökün içinizi :P

17 Nisan 2009 Cuma

TATLI TADINDA

Size bir tatlı bir de tatlı tadında bir fotoğraf göstermek için uğradım.

Kuzuların ev oyunları koltukların, sehpaların kullanıldığı dağıtma+kudurmadan ibaret olmaya başladı. Oyuncakların yüzüne bakan yok. Dün akşam uyku saatleri gelmiş olmasına rağmen koltukların tepesinde zıplamaktan, 2 tekli koltuğun arasındaki boşlukta saklanmaca oynamaktan ve cadının tuvalet benzetmelerinden onlar yorulmadı ama ben izlerken yoruldum :)
Birlikte ve eğlenerek vakitgeçirmelerini izlemek o kadar keyifli ki, terapi gibi...
Spora başladıktan sonra hemen her öğlen hatta bazen akşamları da yediğim miktarı az ama kalorisi çok tatlıları azaltmak durumunda kalmış, tatlı yerine 1 elma tüketmeye başlamıştım.
Ama dün bu hafif tatlıyı görünce ana yemeğin yanına aldığım bir kaşık pilav ya da makarnadan vaz geçtim. Kendisi 1 dilim kakaolu hafif bir kek ve üzerine krem karamelden oluşuyor ve gerçekten çok hafif, şekeri az dı. Denemek isteyenlere fikir olabilir.
Bu arada fotoğraf makinemi değiştirdim, sanırım fotoğraflarımın kalitesinden belli oluyordur :) Eh ben de az buçuk öğreniyorum galiba bu işi :)
2 fotoğraf demiştim ama dayanamadım yanlış bilmiyorsam MAKRO ÇEKİM deniyor bu yakın plan çekimlere. Ben de denedim, nasıl olmuş?

16 Nisan 2009 Perşembe

Bİ ORADAN Bİ BURADAN

Benim yazılarım çoğunlukla tek konu merkezli olmuyor biliyorsunuz :) İşte bu da öyle daldan dala bir yazı.

Daha önce yaşadığım ve çok şükür atlattığım MİYALJİ rahatsızlığımı bizi takip eden arkadaşlarım bilir. O tedavinin son kontrolünde doktorum uzun süre masa başında kalmamı gerektiren bir işim olduğundan dolayı vücuduma hareket sağlayan bir aktivite ile ilgilenmem gerektiğini söylemişti. Ben de 2 aydan fazla bir zaman önce spor salonuna yazılmıştım. Çarşamba ve Cumartesi günleri 17:40-18:40 saatleri arasında Step-Aerobik sınıfına gidiyorum.

İlk zamanlar hareketlerin son 3-4 sayısını tamamlayacak kadar gücüm kalmıyor, kesiliyordum. Ama artık fazladan sayı bile yapabiliyorum :) Bu sınıfı tamamladıktan sonra belki Fitnes'a yazılabilirim, bakalım.
Spordan sonra kendimi çok yorgun hissetmiyorum aslında sanki daha enerjik oluyorum ama gündüz uzun topuklu ayakkabılarla yoğun bir gün geçirip akşamına da step yapınca dün bana fazla geldi. Beni mutfakta fazla oyalamayacak bir yemek düşünürken Volkan patates istediğini söyledi. Ben de fotoğrafta gördüğünüz yemeği yaptım. Bu da tarifi.
Yanında da domatesli bulgur pilavı ve salata ile gayet beğenildi.



Kuzum eline fotoğraf makinesi geçirdiği an önce kendi fotoğrafını çekmeye başladı :) İlk fotoğraftaki gözler de bunlardan biri. "Kızım gözlerin ne kadar güzelmiş senin dur bir de ben çekeyim" dediğimde ise 2. poz :) Cadı ya göstermeyecek bana gözlerini :)
Elindeki oyuncağı Armutlu'dan almıştık. Orada 1-2 gün oynadıktan sonra sıkılıp o tavukları koparmaya başlamıştı, ben de saklamıştım. Hafta sonu tekrar çıkarttım yeni alınmış gibi sevindi. Ben unuttuğunu sanıyordum ki "anneee bunu denizden almıştık" deyiverdi :)
Dün akşam baktım tavuklar yine koparılmaya başlamış tabii tekrar sakladım :/

Ve son foto da iş yerimden. Şu bahar geldi, kuşlar, kelebekler, çiçekler modunda olduğumuz güzel zaman diliminde ev, bahçe düzenleme ile uğraşan arkadaşlarımıza fikir olur açısından.
Benim odamda hem çalışma masam hem de üzerinde proje katlama, kesim işleri yaptığım bir başka masa var. İşte o masanın boş kalan yüzeyine 2 küçük 1 büyük şeklinde 3 cam fanus almış içlerine ne koyacağımı düşünmeye başlamıştım. Hafta sonu kısa bir an şu birmilyoncu denen yerlerden birine uğradım. 3 katlı kocaman bir mağaza resmen, neler var neler, bayanlar için tam bir zaman katili. Öyle de uygun fiyatları var ki, şaşırdım. Şu kokulu kırıntıların poşetini 50 Krş'dan aldım, hem kendime hem de işyerimdeki bir kaç arkadaşıma. Nilüferi 1 TL den, içindeki minik renkli taşların da poşetini 1,5 TL den aldım. Şekerler şirketimin ikramı :)





14 Nisan 2009 Salı

KUTLU DOĞUM HAFTASI



Mevlid Doğum zamanı demektir. Peygamberimizin doğumu ve bunu anlatan eser anlamında kullanılır.

Peygamber efendimiz (S.A.V) dünyayı teşrifleri olan Mevlid-i Nebevi, asırlardır milletimiz tarafından ‘Mevlid Kandili’ olarak kutlanmaktadır. Mevlid Kandili ilk defa 13. asırda Erbil Atabeği Muzafferüddin Gökbörü tarafından iki ay süreyle kutlanmaya başlandı. Mevlid Kandili münasebetiyle ilim adamları bir araya gelip ilmi, fikri sohbetler yapıyor, halk sokaklarda mevlidi bir bayram havasında kutluyordu.
Süleyman Çelebi’nin kaleme aldığı Vesiletü’n Necat isimli şiirin, Mevlid adıyla, yüzyıllardır sevinçte, tasada, doğumda, ölümde okuna gelmesi ve bu geleneğin bugün de canlı bir şekilde devam etmesi, Peygamber sevgisi etrafında teşekkül eden milli ruhun ifadesidir.
Yüce dinimiz, huzurlu ve mutlu dünyanın en büyük hayat kaynağıdır. Bu noktadan hareketle dini tefekkürü cami dışına taşırmak, değerli ilim adamlarımızın araştırmalarını ve düşüncelerini halka aktarabilmek için Mevlid kandilini hayırlı bir vesile telakki eden Türkiye Diyanet Vakfı, yüzyıllar önce bir ilim ve kültür bayramı şeklinde kutlanan Mevlid geleneğini canlandırmayı amaçlamıştır. Bu düşünce ile Peygamberimizin doğum gününü içine alan haftayı, "Kutlu Doğum Haftası" olarak ilan etmiştir.

Bu vesile ile 2 senedir Kur'an Kursuna devam eden Annem ve arkadaşları da 16 Nisan Günü bir program hazırlığındalar. Ben de elimden geldiğince onlarada destek olmaya çalışıyorum. Hoş bu arada kendi Selavat-ı Şeriflerimi aksattım ama olsun bu gece onları da tamamlarım inşallah.
Arka yüzünde Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in rumuzu olduğunu kabul ettiğimiz GÜL resimleri ön yüzünde okuyacakları metin ya da İlahilerin yazılı bulunduğu kartlar hazırladım. Duyurularını hazırladım. Cuma günü yapacakları KERMESte de çalışmak isterdim ama malesef izin alamayacağım, neyse :/
Ben şimdiden hepsine kolaylıklar diliyorum.
Hep birlikte okumayı istedikleri İlahilerden bir tanesini sizlerle paylaşmak istedim.
Şefaat Ya Resulallah

Sen hakkın resulü yüce Muhammet
Bizler için şefaat kıl Allah'a
Her ne yapsa günahkardır bu ümmet
(2)Yalvarırım şefaat kıl Allah'a

Şefaat ya Rasulallah
Şefaat ya Habiballah
Şefaat ya Nebi Allah
Şefaat ya Rasulallah

Sen iki cihanın solmaz güneşi
Sana bağlı ümmetinin her işi
Çok çetinmiş cehennemin ateşi
(2)Yalvarırım şefaat kıl Allah'a

Şefaat ya Rasulallah
Şefaat ya Habiballah
Şefaat ya Nebi Allah
Şefaat ya Rasulallah

Bende öbür kullar gibi acizim
Yalan söyleyemem günahkar yüzüm
Utancımdan bakmaz olur bu gözüm
(2)Yalvarırım şefaat kıl Allah'a

Şefaat ya Rasulallah
Şefaat ya Habiballah
Şefaat ya Nebi Allah
Şefaat ya Rasulallah

TAA VİYANADAN

Bu haftaya güzelce dinlenmiş, tazelenmiş ve de yoğun bir şekilde başladım.
İlk günü fazlasıyla koşturmaca içersinde geçirdikten sonra 2. günün sabahında size harika şeyler göstermek istiyorum.



Şunların güzelliğine bakarmısınız yaa. Görünce nasıl mutlu oldum, dün akşam eve götürdüm ama Norveçten gelen bir arkadaşımızla yemeğe çıktığımız için eve geç döndük ve çocuklara gösteremedim sabah da çantamda geri getirmişim :)
Şimdi masamın üstünde bana bakıyorlar. Tamam onlar birer çikolata ama ne kadar şirinler baksanıza :)

Bu aralar yurtdışı gidiş gelişlerimizin, alış verişlerimizin yoğunluğundan bahsetmiştim değil mi? Yarın da kardeşim geliyor inşallah VİYANA'dan :)



Güzeller güzeli kelebekim, her biri ince zevkinin, güzel kalbinin parçası hediyelerin için çok ama çok teşekkür ederim. En çok da o sıcacık notun için. Postan öyle bir zamanda geldi ki, üzgün, kırgın kalbim şifa buldu. Yitirilen dost'a ağlayan gözlerim sayende güldü. Çok çok teşekkürler ediyorum.

BEN DE SENİ ÇOOOK SEVİYORUM.

13 Nisan 2009 Pazartesi

HAFTA SONU

Cuma günü tüm keyifsizliğimi alıp götüren bu iki güzel şeyden sonra,



Geçen haftadan bahar temizliğini de tamamlamış olmanın verdiği rahatlıkla cumartesi günü kahvaltıdan hemen sonra Oğluş'un şu an okuduğu etüdlü okula geçmeden önce 3 sene eğitim gördüğü okuldan eski sınıf arkadaşları ile buluştuk.


3 kız 3 erkek olmak üzere 6 aynı yaşta çocuğun bir araya gelmesinden oluşan gürültü ve zaman zaman yaşanan anlaşmazlıkları saymazsak keyifli bir gündü.


Ancak şunu fark ettim ki, kendi dünyalarında Televizyon ve Bilgisayar merkezli hayat yaşayan çocuklarımız grup oyunlarını bilmiyor ve oynadıkları zaman da çabuk sıkılıyorlar. İzledikleri çizgifilmlerde oynadıkları bilgisayar oyunları da aksiyon üzerine kurulu olduğundan, bizim zamanımızın sakin oyunları onlara cazip gelmiyor. Her 10 dakikada bir yeni bir oyun icat etmek zorunda kaldık ve bu duruma hepimiz üzüldük.


Bizim o yaşlardayken oynadığımız tüm oyunlar onlar için SIKICI dediler. Tekliflere de açık değiller. Hem canlarının sıkıldığını söylüyor hem de önerilerimize burun kıvırıyorlardı. En sonunda erkekleri evin yakınında bulunan top sahasına, kızları da yüksek müzik eşliğinde çocuk odasına konuşlandırdık da biz de bi yarım saat rahat ettik :)

Pazar günü ise evdeydik. Havanın serinlemiş olmasından sebep kendimizi ev içi faaliyerlerle oyaladık. Kızım Mutfakta bana yardım etti, oğluş ise grafiti çalışmalarına hız verdi. Evet Volkan şu duvar yazılarında gördüğümüz renk renk grafiti çalışmalardan yapmaya merak sardı.

Şuna benzer şeyler yapıyor. Ama henüz istediği kadar iyi yapamadığı için(miş) fotoğraf çekmeme izin vermiyor :)
Biz kuzumla önce portakallı kek, sonra da kokoş kurabiyeler yaptık.


Ve yeni vazgeçilmezimiz eşliğinde tükettik :)


10 marfitette görüp, aaa ben bile yapabilirim dediğim magnetlerden hem anneme hem de kendime ördüm :) ve ben bu işi sevdim :) eee var mı isteyen isteyen ???


Akşam da DUPLEX'i izledik ve tavsiye ediyoruz :)
Yönetmen : Danny Devito

Başrol oyuncuları : Ben Stiller ve Drew Barrymore

Ve uykunun geldiği anlar :)

Yatma vakti...

Önce 3-5 dk. abinin yanında oyun sonra da kendi yatağında uyku.
Gece de anneyi ziyaret :)