Bir süredir üyesi olduğum, anneolmak.org sitesi psikologlarından Sn. AHMET YILMAZ'ın bir yazısını ibretle okuduktan sonra sizlerle de paylaşmak istedim.
Her yaptığımızın doğru olduğunu savunuyoruz ama neye göre doğru olduğunu sorguluyormuyuz?
Noktasına virgülüne dokunmadan *kopyalıyorum*.
Öykü 1:
14 yaşında, annesiyle birlikte yaşıyordu. Babası ile annesi henüz 7 yaşındayken boşanmışlardı. 2 yaşında bir erkek kardeşi vardı. Mahkeme ailenin isteği doğrultusunda erkek kardeşini sosyal esirgeme yurduna vermiş, kendisini de babasına teslim etmişti. Annesi memleketine geri dönmüş, orda başka biriyle evlenmişti. İstanbul’da babası ile birlikte kalıyordu. Babası bir fabrikada gece bekçisi olduğu için geceleri işe gidiyor, gündüzleri de eve gelip uyuyordu. Evde tek başına bir hayat yaşıyordu. Akraba ilişkileri yoktu. Hiçbir zaman da olmamıştı. Tek arkadaşları okulda ve mahallede tanıştığı kişilerdi. Zamanının çoğunu arkadaşlarıyla dışarıda geçirirdi. Okulu da giderek asmaya başlamıştı. Dört kişilik bir arkadaş grubu vardı. Annesine en çok ihtiyaç duyduğu dönemde annesi yoktu. Babası zaten ev içinde sadece bir hayaletti. Artık ailesi arkadaşlarıydı. Arkadaşlarının çoğunun aileleri boşanmıştı. Hepsi kendi tabirleriyle özgürlerdi. İstedikleri yere gidebilir, istediklerini yapabilirlerdi. Giderek sokak daha cazip gelmeye başlamıştı. Sokakta yaşamaya başladı. Babası, polise kayıp ihbarında bulunuyor, polis onu bulup getirdiğinde ise ertesi gün tekrar kaçıyordu. Sokakta yaşamanın bir takım kuralları vardı. Öncelikle bir gruba üye olması gerekiyordu. Yoksa yaşayamazdı. Gruba üye olmak için grup liderine tabi olması gerekiyordu ve onlarla birlikte bağımlılık yapan maddeler kullanmalıydı. Maddeyi kullanıp bağımlı olduktan sonra artık suç örgütleri için bulunmaz bir elemandı. Öyle de olmuştu. Suça karışmaya başlamıştı. Poliste sayısız dosyası vardı. Kendisi bile inancını kaybetmişti; artık bu hayat onun için değişmezdi.Sonunda da Hırsızlık için girdiği bir evden kaçarken balkondan atladı ve korkuluklara düşüp hayatını kaybetti…
Öykü 2:
İntihar girişiminden dolayı hastanede yatıyordu kızı.Annesi odasını temizlerken yatağının içinde bir defter buldu. Önce önemsemedi aldı masaya koydu. Odayı toparladıktan sonra merak etti ve açıp baktı. Defter, kızının yazdığı, son iki yıldır tutmuş olduğu bir günlüktü. Her anne baba gibi kızının kendisi hakkında düşüncelerini ve gizli olarak yaptıklarını merak ettiği için okumaya başladı. Sayfaları okudukça yüzünün rengi değişmeye başlamıştı. Her sayfa ayrı bir yıkım oldu onun için. Okudukça yüreğinde acı hissetmeye başladı. Kızı ile ilgili hep en mükemmelini yaptığını düşünen anne için bunları okumak çok zor gelmişti. Kendisi ve eşi ile ilgili hakarete varan yazılar, erkek arkadaşları, bir yıldır esrar kullandığı, arkadaşıma kalmaya gidiyorum diyerek şehir dışına çıktığı, Beyoğlu’nun barlarında sabahlamaları … hepsini yaşlı gözlerle ve çaresiz bir şekilde okuyordu. Defteri alıp hemen fotokopisini çekti. Eşine de okuttu. Eşi de aynı şekilde yıkılmıştı. Tek çocukları vardı. Maddiyat olarak sıkıntı çekmesin, ilgilenelim diye tek çocuk yapmışlardı. Her zaman harçlığını fazlasıyla verir, istediğini alır ve hiçbir zamanda sınır koymazlardı. Evde sanki roller değişmiş, kızları kendilerini yönetiyordu. Tüm bunlara rağmen kızları hem madde bağımlısı olmuş hem de genç yaşta erkek arkadaşlarıyla cinsel birliktelikler yaşamıştı. Çaresiz bir şekilde yardım etmek, bir şeyler yapmak istiyorlardı. Halbuki baba da anne de kızlarıyla hep arkadaş gibiydiler. Kızlarına hiç karışmamış, o ne istediyse yapmışlardı. Peki nerde hata yapmışlardı da kızları bu hale gelmişti…
Yukarıda anlatılan iki öyküde toplumda sıklıkla görülen ve bizim karşı karşıya geldiğimiz olaylardır. Boşanmış aileler ve boşandıktan sonra umursanmayan, kendi haline bırakılan, daha ergenliğe bile girmeden yetişkin gibi sorumluluk beklediğimiz çocuklardır. Bize başvuran ailelere çocuk eğitimi nedir veya çocuklarınızla ilgilenin dediğimizde,çocuğuna harçlığını düzenli olarak verdiğini, parasal sıkıntı çekmediğini, ne istediyse aldığını, arkadaşlarıyla görüşmesine ve gezmesine karışmadığını, en önemlisi çocuklarıyla arkadaş gibi olduklarını söylerler. Bunu da iyi bir iş yapmış ve karşılığında ödül bekleyen biri gibi övünerek anlatırlar. En tehlikeli ve bir çok problemin de kaynağı olan anlayış “ben çocuklarımla arkadaş gibiyim” sözcüğüdür. Bir aile hiçbir zaman çocuğuyla arkadaş gibi olamaz, olmamalıdır da. Biz arkadaşlarımızla paylaşabildiklerimizi, onlarla konuştuklarımızı ailelerimizle konuşabiliyor, paylaşabiliyor muyuz? Arkadaş ilişkisinde sınır yoktur. İlişkide saygı, duruma göre değişir. Arkadaşımız bizden hoşumuza gitmeyen bir istekte bulunduğunda, işimize gelmiyorsa yapmayız. Gerekirse onu kaybetmeyi bile göze alırız. Arkadaşımızın bize karışması hoşumuza gitmez. Arkadaşımızla aramızda sınır yoktur. Her şey eşit olarak yaşanır. Peki arkadaşımızla olan ilişkimiz bu şekilde sağlam temellere dayanmıyorsa ve biz çocuklarımızla da arkadaş gibi olursak, çocuklarımızla olan ilişkilerimiz sağlam temellere dayanmış olur mu? Aramızda sınır bulunur mu? Saygı ve itaat olur mu? Otorite ve disiplin dediğimiz ve aile üyelerinde olması gereken davranışı uygulayabilir miyiz? Çocuklarınızla arkadaş gibi olun akımı ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde bundan yaklaşık 30 yıl önce çıkan bir yaklaşımdır. Aileler çocuklarına eğitim verirken bu şekilde yaklaşarak bir nesil yetiştirdiler ve şuan Amerika’da yetişen yeni nesil bunun yanlış olduğunun en açık göstergesi oldu. Şuan Amerikalı ve Avrupalı eğitimciler bunun yanlışlığının farklında ve yeni yaklaşımları “asla çocuklarınızla arkadaş gibi olmayın, demokrat bir aile olun” oldu. Maalesef her şey de olduğu gibi eğitimde de Amerika’nın ve Avrupa’nın uygulayıp ta terk ettiği yanlışları bizim ülkemiz uygulamadan yanlışlığın farkına varamıyor. Ailelerin öncelikle doğru olan aile tutumunun hangisi olduğunu öğrenip, ona göre çocuk yetiştirmeleri gerekiyor. Aksi takdirde ahlak ve maneviyatın olmadığı, yanlış anne baba tutumuyla yetişen çocukların sonu maalesef yukarıda anlatılan ve daha da trajik olan olaylarla karşımıza çıkmaya devam edecektir.
Psk.Ahmet YILMAZ
14 yaşında, annesiyle birlikte yaşıyordu. Babası ile annesi henüz 7 yaşındayken boşanmışlardı. 2 yaşında bir erkek kardeşi vardı. Mahkeme ailenin isteği doğrultusunda erkek kardeşini sosyal esirgeme yurduna vermiş, kendisini de babasına teslim etmişti. Annesi memleketine geri dönmüş, orda başka biriyle evlenmişti. İstanbul’da babası ile birlikte kalıyordu. Babası bir fabrikada gece bekçisi olduğu için geceleri işe gidiyor, gündüzleri de eve gelip uyuyordu. Evde tek başına bir hayat yaşıyordu. Akraba ilişkileri yoktu. Hiçbir zaman da olmamıştı. Tek arkadaşları okulda ve mahallede tanıştığı kişilerdi. Zamanının çoğunu arkadaşlarıyla dışarıda geçirirdi. Okulu da giderek asmaya başlamıştı. Dört kişilik bir arkadaş grubu vardı. Annesine en çok ihtiyaç duyduğu dönemde annesi yoktu. Babası zaten ev içinde sadece bir hayaletti. Artık ailesi arkadaşlarıydı. Arkadaşlarının çoğunun aileleri boşanmıştı. Hepsi kendi tabirleriyle özgürlerdi. İstedikleri yere gidebilir, istediklerini yapabilirlerdi. Giderek sokak daha cazip gelmeye başlamıştı. Sokakta yaşamaya başladı. Babası, polise kayıp ihbarında bulunuyor, polis onu bulup getirdiğinde ise ertesi gün tekrar kaçıyordu. Sokakta yaşamanın bir takım kuralları vardı. Öncelikle bir gruba üye olması gerekiyordu. Yoksa yaşayamazdı. Gruba üye olmak için grup liderine tabi olması gerekiyordu ve onlarla birlikte bağımlılık yapan maddeler kullanmalıydı. Maddeyi kullanıp bağımlı olduktan sonra artık suç örgütleri için bulunmaz bir elemandı. Öyle de olmuştu. Suça karışmaya başlamıştı. Poliste sayısız dosyası vardı. Kendisi bile inancını kaybetmişti; artık bu hayat onun için değişmezdi.Sonunda da Hırsızlık için girdiği bir evden kaçarken balkondan atladı ve korkuluklara düşüp hayatını kaybetti…
Öykü 2:
İntihar girişiminden dolayı hastanede yatıyordu kızı.Annesi odasını temizlerken yatağının içinde bir defter buldu. Önce önemsemedi aldı masaya koydu. Odayı toparladıktan sonra merak etti ve açıp baktı. Defter, kızının yazdığı, son iki yıldır tutmuş olduğu bir günlüktü. Her anne baba gibi kızının kendisi hakkında düşüncelerini ve gizli olarak yaptıklarını merak ettiği için okumaya başladı. Sayfaları okudukça yüzünün rengi değişmeye başlamıştı. Her sayfa ayrı bir yıkım oldu onun için. Okudukça yüreğinde acı hissetmeye başladı. Kızı ile ilgili hep en mükemmelini yaptığını düşünen anne için bunları okumak çok zor gelmişti. Kendisi ve eşi ile ilgili hakarete varan yazılar, erkek arkadaşları, bir yıldır esrar kullandığı, arkadaşıma kalmaya gidiyorum diyerek şehir dışına çıktığı, Beyoğlu’nun barlarında sabahlamaları … hepsini yaşlı gözlerle ve çaresiz bir şekilde okuyordu. Defteri alıp hemen fotokopisini çekti. Eşine de okuttu. Eşi de aynı şekilde yıkılmıştı. Tek çocukları vardı. Maddiyat olarak sıkıntı çekmesin, ilgilenelim diye tek çocuk yapmışlardı. Her zaman harçlığını fazlasıyla verir, istediğini alır ve hiçbir zamanda sınır koymazlardı. Evde sanki roller değişmiş, kızları kendilerini yönetiyordu. Tüm bunlara rağmen kızları hem madde bağımlısı olmuş hem de genç yaşta erkek arkadaşlarıyla cinsel birliktelikler yaşamıştı. Çaresiz bir şekilde yardım etmek, bir şeyler yapmak istiyorlardı. Halbuki baba da anne de kızlarıyla hep arkadaş gibiydiler. Kızlarına hiç karışmamış, o ne istediyse yapmışlardı. Peki nerde hata yapmışlardı da kızları bu hale gelmişti…
Yukarıda anlatılan iki öyküde toplumda sıklıkla görülen ve bizim karşı karşıya geldiğimiz olaylardır. Boşanmış aileler ve boşandıktan sonra umursanmayan, kendi haline bırakılan, daha ergenliğe bile girmeden yetişkin gibi sorumluluk beklediğimiz çocuklardır. Bize başvuran ailelere çocuk eğitimi nedir veya çocuklarınızla ilgilenin dediğimizde,çocuğuna harçlığını düzenli olarak verdiğini, parasal sıkıntı çekmediğini, ne istediyse aldığını, arkadaşlarıyla görüşmesine ve gezmesine karışmadığını, en önemlisi çocuklarıyla arkadaş gibi olduklarını söylerler. Bunu da iyi bir iş yapmış ve karşılığında ödül bekleyen biri gibi övünerek anlatırlar. En tehlikeli ve bir çok problemin de kaynağı olan anlayış “ben çocuklarımla arkadaş gibiyim” sözcüğüdür. Bir aile hiçbir zaman çocuğuyla arkadaş gibi olamaz, olmamalıdır da. Biz arkadaşlarımızla paylaşabildiklerimizi, onlarla konuştuklarımızı ailelerimizle konuşabiliyor, paylaşabiliyor muyuz? Arkadaş ilişkisinde sınır yoktur. İlişkide saygı, duruma göre değişir. Arkadaşımız bizden hoşumuza gitmeyen bir istekte bulunduğunda, işimize gelmiyorsa yapmayız. Gerekirse onu kaybetmeyi bile göze alırız. Arkadaşımızın bize karışması hoşumuza gitmez. Arkadaşımızla aramızda sınır yoktur. Her şey eşit olarak yaşanır. Peki arkadaşımızla olan ilişkimiz bu şekilde sağlam temellere dayanmıyorsa ve biz çocuklarımızla da arkadaş gibi olursak, çocuklarımızla olan ilişkilerimiz sağlam temellere dayanmış olur mu? Aramızda sınır bulunur mu? Saygı ve itaat olur mu? Otorite ve disiplin dediğimiz ve aile üyelerinde olması gereken davranışı uygulayabilir miyiz? Çocuklarınızla arkadaş gibi olun akımı ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde bundan yaklaşık 30 yıl önce çıkan bir yaklaşımdır. Aileler çocuklarına eğitim verirken bu şekilde yaklaşarak bir nesil yetiştirdiler ve şuan Amerika’da yetişen yeni nesil bunun yanlış olduğunun en açık göstergesi oldu. Şuan Amerikalı ve Avrupalı eğitimciler bunun yanlışlığının farklında ve yeni yaklaşımları “asla çocuklarınızla arkadaş gibi olmayın, demokrat bir aile olun” oldu. Maalesef her şey de olduğu gibi eğitimde de Amerika’nın ve Avrupa’nın uygulayıp ta terk ettiği yanlışları bizim ülkemiz uygulamadan yanlışlığın farkına varamıyor. Ailelerin öncelikle doğru olan aile tutumunun hangisi olduğunu öğrenip, ona göre çocuk yetiştirmeleri gerekiyor. Aksi takdirde ahlak ve maneviyatın olmadığı, yanlış anne baba tutumuyla yetişen çocukların sonu maalesef yukarıda anlatılan ve daha da trajik olan olaylarla karşımıza çıkmaya devam edecektir.
Psk.Ahmet YILMAZ